16 Haziran 2011 Perşembe

down sendromu ve vicdan üzerine







"Down sendromlu kızı Nazlı ile hayatının anlamının değiştiğini söyleyen Prof. Dr. Mim Kemal Öke,20 yıldır onun eğitimi için çabalıyor. Nazlı'nın kendisini de eğittiğini ifade eden Öke, şimdi kızıyla birlikte konferanslar veriyor. Nazlı, yüzmeye gidiyor, konferanslarda babasıyla davullarıyla ritim performansı sergiliyor. Nazlı üstelik iyi bir fasıl ustası.


Onların ilişkisi, alışık olduğumuz bir baba-kız ilişkisinden öte! "Onun bana bir bakışı var. Her şeyi anlıyorum. O kadar yekvücut olduk ki bağırsağının dönüşünü bilirim! Hakikaten 'kanka' olduk!" diyor Öke ve ekliyor: "Yani Nazlı size ne verdi derseniz? Aşk. Aşk imiş, her ne varsa âlemde. Hizmet ehli oldum, her şeyi makbul görmeye başladım. Nazlı'yla birlikte başka bir noktaya geldim ben. İnsanı, evreni farklı bir gözle görmeye başladım. İnsanları çok ilgilendiren konular, beni çok da ilgilendirmiyor artık." İlk önce oğlu Alihan'ın hastalığı, ardından kızı Nazlı'nın Down Sendromlu olmasıyla sarsılan Öke, 1990'lı yıllardaki televizyon programlarını kızının tedavisi için yaptığını söylüyor. Öke başarılı bir 'siyaset' ve 'uygarlık tarihi' profesörü. Kendisiyle aynı ismi taşıyan dedesi, Atatürk'ün doktorudur. Öke ve ailesi, 1991'de, Nazlı'nın doğumuyla, yeni bir hayata da adım atar. Ancak bu başlangıç, özellikle baba Öke için epey sancılıdır: "Nazlı doğduğunda çok bocaladım. Ben ki içki içmeyen adamım, beni Nişantaşı'nın köşelerinde viski şişeleriyle bulmuşlar! (Gözleri doluyor) Özel hastanede, doktorun söylediği şu sözler baba Mim Kemal Öke'nin zihninde hâlâ: "Doktor bağışıklık sisteminin zayıf olduğunu söyleyerek 'Camı açık bırakın, hallolur (ölür)' dedi." ( 16.6.2011,Zaman Gazetesi)

Lise çağlarımdan beri severek takip ettiğim tarihçi yazar Mim Kemal Öke'nin uzun süredir ortalarda görünmeyişi benim de dikkatimi çekmişti. Down sendromlu bir çocuğu olduğunu ve ne sıkıntılar çektiğini dün gazetedeki ropörtajından öğrendim. Allah yardımcısı olsun, elbette büyük imtehan. Ama beni asıl sarsan kırmızı renkle dikkatinizi çekmek istediğim doktorun yorumu. Bizler çocuklarımızı en iyi okullara , dershanelere, kurslara gönderiyor, onların doktor ,mühendis...büyük adamlar olmalarını sağlıyoruz, ama insan yetiştirebiliyor muyuz ? Hahngi din, hangi etik, hangi ahlak sistemi, hangi evrensel değer böyle birşeyi kabul edebilir ? İnsanı yaşatmak için yıllarını vererek doktor olmuş biri nasıl insan hayatını bu kadar ucuz, bu kadar değersiz görebilir ? Meslek hayatım boyunca canlı gebelik küretajı yapmadım. Allah da nasip etmesin . Down sendromu anne karnında en erken 20. haftada kesin teşhis edilebilen bir hastalıktır. 5 Aylık bir bebeğin down sendromlu olduğu için öldürülmesine hiçbir ortamda onay vermedim. Ama bu çok başka birşey . Doğmuş canlı bir bebek için "camın önün bırak, ölsün"demek..Soğuk kanlı katiller gibi..Bazı insanları çağdaş eğitim adına dinden imandan uzak tutarken ahlak, etik, vicdan, merhamet, cana saygı gibi evrensel değerlerden de uzak büyütmüşler. Ne yazık..

14 Haziran 2011 Salı

SU ÇİÇEĞİ






Koktuğum başıma geldi .Büyük kızım su çiçeği aşısında sonra ağır bir grip geçirince küçük kızıma su çiçeği aşısı yaptırmadım. Yaptırayım mı, yaptırmayayım mı derken zaman geçti. Tam bu günlerde oğlanın aşı zamanı gelmişti ki, korktuğum başıma geldi .Pazar sabahı uyandığında bir sürü sinek ısırığı zannettiğimiz kızarıklık vardı çocuğun vücudunda. Derken öğlene doğru bizim sinek ısırığı zannettiğim kızarıklıklar su toplamaya başladı ve tüm vücuda yayıldı. Anladık ki su çiçeği. Meyerse kreşten Ferit arkadaşıda 15 gün önce su çiçeği olmuş.Su çiçeği çok bulaşıcıdır, bir sınıfta bir kişide varsa diğer çocukların hiç şansı olmaz, tabi aşısızsa. Ayşecik aynaya bakıp bakıp ağladı, çok çirkin oldum diye. Ne kadar geçecek, üzülme dedikse de nafile. Şimdi solgun bir çiçek gibi yatıyor. Yine de mız mız değil evladım. Oyuına dalınca unutuyor. Dün 260 parçalı 3 adet pazıl aldım. Onu epeyce oyalar.Kaşıntısı çok artınca sabır anneciğim diyorum, hemen sabırla başalyıp sonu bilmem nerede biten bir hikaye uyduruveriyorum. Dalıp gidiyor. Oğluşuma da geçti sanırım, ama o, anne sütü aldığı içn çok hafif geçiriyor. Bİr tane yanağında, bir tanede elinde attı okadar.


Bu da bana ders olsun. Bir daha aşı atlamak yok...

YORUMSUZ...









Avustralya Sidney'de yaşayan Kate Ogg, 27 haftalıkken ikiz doğurdu. İkizlerden kız olanı Emily sağlıklıydı, erkek kardeşi Jamie nefes alamıyordu. Doktorlar, yaklaşık 20 dakika bebeği hayata döndürmeye çalıştı. Ancak bebek nefes almıyordu. Bunun üzerine doktorlar veda etmesi için Jamie bebeği annesine verdi. Anne, bebeği 2 saat boyunca koynunda tutup okşadı, bebeğiyle konuştu ve bir mucize gerçekleşti. Bebek yeniden nefes almaya başladı. Kate Ogg, o dakikaları şöyle anlatıyor: 'Gözlerime inanamadım. Jamie elini kaldırdı ve parmağımı tuttu. Gözlerini açtı ve başını sağa sola çevirdi. Bu gerçek bir mucize!' Uzmanlar, bu harikulade olaya "kanguru tedavisi" adını veriyorlar." (Hurriyet.com.tr., 27 Ağustos 2010)


1985'te Afganistan'da Meymene bölgesinden geçerken 17 kişilik bir aile çığ altında kalır. Günler sonra çıkarıldıklarında aileden 16 kişinin öldüğü anlaşılıyor, sadece bir bebek annesinin göğsüne sımsıkı sarılmış olarak nefes alıp veriyor.

Hayat, gözlerimiz önünde akıp giden sayısız mucizelerinden biridir ve bizler mucizelere bakarken, onları görmüyoruz, çünkü dünyaya olan tutkunluğumuz basiretimizi bağlamıştır.(Ali Bulaç,Zaman)

10 Haziran 2011 Cuma

hazreti mevlana hakkında








Kitabın kapağını kapattım ve derin bir düşünceye daldım. Sinan Yağmur'dan " Aşkın Gözyaşları" nı okudum. Kitabı bitirip de gözlerimi kapattığımda gözümün önünde semaya duran Şems, Elif Şafak'ın "Aşk" ından sonra hayalimde canlanan Şems'ten ne kadar farklı..Ya işin aslı..Gerçek Şems-i Tebrizi hazretleri...



Bir kere asıl olan şu ki, insan yabancısı olduğu bir iklimde ne kadar doğrulukla at koşturabilir? Tasavvuf sonsuz bir derya..Bu deryada yol almak kolay değil..40 yıl dergaha eğri odun taşımamak nasıl birşeydir? Ya kadı kaftanı ile sokaklarda ciğer satmak..İbrahim Ethem hazretleri gibi savurup malı sarayları dağlardan seyretmek..Yıllarca bir lokma kuru ekmeğe talim edip de bundan lezzet almak.. Bütün bunlar yetmez. Bir de seni yükseltecek doğru rehberi bulacaksın. Bulacaksın ki senin 40 yıllık emekle geldiğin makamdan, o bir bakışı ile 40 saniyede seni ötelerin ötesine taşıyacak..



Elif Şafak'ın Aşk'ı bir solukta okunacak cinsten sürükleyici bir roman. Edebi kalitesine laf etmem, ama gerçeği anlamaktan ve anlatmaktan uzak..Bu haliyle kuru ve yavan..Sinan yağmur'un kitabı, Şems hazretlerinin ağzıdan yazılmış.Sanki anılarını yazdığı günlük gibi.. İslami bilgilerin doğruluğu açısından daha düzgün olduğu kesin olmakla beraber, bence cürretkar.



Hal böyle olunca yeterli tasavvufi ilme ve derinliğe, hatta doğru düzgün islamın temel kaidelerine bile yabancı kalemlerden anlatılınca, ne Mevlana hazretleri,ne Şems Hazretleri, ne Yunus Emre hazretleri..gerçeklikleri içinde yansıtılamıyor. Sonuçta ne bugün müzik eşliğinde sema eden ( ben ona folklorik bir dans gözü ile bakıyorum) insanların Mevlana hazretleri ile, ne orasına burasına şiş geçiren Kadirilerin Abdül Kadir-i Geylani hazretleri ile, ne Bektaşiyim diyenlerin Hacı Bayram-ı Veli hazretleri ile bir ilgisi var.



Evet bugün kendimizi tereddütsüz teslim edebileceğimiz veliler yok belki, ya da varsa da biz bilemiyoruz..Ama o büyüklerin çağlar ötesindan bize ışık tutan paha biçilmez eserleri var. Tam olarak anlayamasak da eserleri okunduğunda ruhaniyetleri ile bize rehber oluyorlar. Örnek hayatları karanlık denizlerde kaybolmuşlara fener oluyor. İş, temiz kalple, uyanık ruhla okuyabilmekte..Çocuklarımızı o derin, o büyülü dünyayla tanıştırabilmekte..ki, hayatı maddi hazlardan, islamı da kuru kuruya ibadet etmekten ibaret sanmasınlar..