14 Ocak 2014 Salı

hayatı sıfırlamak

hayat ne kadar hızlı akan bir nehir...ve bazen suya bırakılmış kağıt bir gemi gibi hissediyorum kendimi..hani nehrin daraldığı yerlerde su girdaplar yaparak hızlı akmaya başlar ya, ben de aynen öyle.. girdaplar arasında bir suya batıp bir çıkarak hızla akıyorum..artık geniş bir düzlüye çıkıp biraz durulmak lazım...yeniden sakin sularda, batıp çıkmadan, huzurlu ve dingin bir şekilde yol almak için..
6 aylığına hayatın motorlarını stopladım. Ege Üniversitesi'ne tüp bebek eğitimi almak üzere rotasyona çıktım. tabiki normal tempoma göre çok daha hafif. inşallah şöyle güzelce bir dinlenmek, yenilenmek, uzun zamandır ertelediğim bir ton işe el atmak nasip olur..fırsat buldukça bloguma da bir iki satır karalarım diye umuyorum.

7 Şubat 2013 Perşembe

yunus kerem 3 yaşında

Zaman ne kadar hızlı akıp gidiyor ve biz bunu ancak çocuklarımızın hızla büyümelerinden, hergün farklılaşmalarınan anlıyabiliyoruz. Sareciğim artık genç kız oldu. Benim boyuma gelmesine 3-4 cm kaldı ki, bir sene bile sürmez gibi görünüyor. Halleri, tavırları pek bir değişti. Daha derin mevzulardan konuşmak istiyor, daha çok odasına kapanıp yalnız kalıyor, şiire, edebiyata ilgi duymaya başladı, artık kendini pek öptürmüyor... Ayşe desen 8 yaşında..Zaten eziyetsiz bir çocuktu, hiç yükü kalmadı. Kitap okumaya kaptırdımı kendini, dünyayı unutuyor. Yunus Kerem'im ise 3 yaşına girdi. Son 6 ayda o kadar çok değişti ve gelişti ki, inanamıyorum. 6 ay önce tek kelime konuşmayan, konuşmadığı için götürdüğümüz psikoloğun otistik mi acaba dediği oğlum.. Şimdi kapat çenesini kapatabilirsen. Allahım, ne bitmez enerji.. İçinde kelimeleri biriktirmiş sanki..Şarkılar, oyunlar, her cümleden sonra "seni çok seviyom annecim" demeler.. Ne kadar şükretsem az. Yalnız, gerçekten Allah böyle zamanlarda sabır versin, hiç kolay bir süreç değildi. Çocuk, konuşamadığı için, kendini ifade edmiyor, edemedikçe de agrasifleşiyor. İletişim kuramamak, çok zor. Neyse ki atlattık. Anne- baba olmak gerçekten bir sabır eğitimi aslında.. Onları eğitirken, kendi kişilik gelişimimizi de tamamlıyoruz aslında.. Büyüyen biraz da bizleriz yani..

7 Ocak 2013 Pazartesi

neden çocuk büyütürüz?




Bu sorunun cevabını ciddiyetle düşünün. Neden ? Devran dönüp, hükmümüz kalmadığında bu dünyada bize baksın diye mi? Sırtımızı yaslayacağımız biri olsun diye mi? Yalnız kalmamak için mi? Kendi yarım kalmışlıklarımızı onda tamamalamak için mi? Gurur duymak için mi? Neslimiz devam etsin diye mi ?( En saçması da bu galiba; sanki Dubai prensiyiz! )
Cevabınız bunlardan biriyse, biliniz ki hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Sizin uğruna hayatınızı adadığınız yavrunuz, birgün büyüyecek. Bir el kızına, yada oğluna tutulacak, yuvadan uçacak. Sizi haftada bir arayacak belki. Belki çok uzak diyarlara yelken açacak, yüzünü bile bayramdan bayrama göreceksiniz.
Ama bilin ki, ona verdiğiniz koşulsuz ve karşılıksız sevginiz, hayatında güneş pırıltıları gibi ışıldıyacak. Bir çocuğun saçını okşarkan, yada bir kedi yavrusunun...Sizin ektiğiniz sevgi tohumları, merhamet , güven , sadakat, hakkaniyet gibi çiçekler açacak onun dünyasında.. Sonsuzluğa giden yolun sevgiden geçtiğini bilecek... Dünyanın sevgi üzerine kurulduğunu.anlayacak.. Onu çok seven ve daima koruyan, başına her ne gelirse gelsin onun iyiliği için göndermiş olan bir sahibi olduğunu bilecek..Hayatı başıboş, kendini sahipsiz hissetmeyecek..Ve o da sizden aldığı ışıkla çevresini aydınlatacak..

İşte o zaman anne- baba olarak misyonumuzu tamamlamış olacağız..

19 Kasım 2012 Pazartesi

SON İZLEDİKLERİM, OKUDUKLARIM






 Kesinlikle çok eğlenceli, güzel bir filim. Hint sineması son yıllarda iyibir çıkış yakaladı. Hareketli, danslı, müzikli, ama en güzeli izledikten sonra "mutlaka tekrar izlemeliyim" dedirtecek kadar iyi. Özellikle çocuklarınızın yaşı çok küçük değilse ailecek izlenebilir.
Savaş filimlerini çok sevmem. Hele 2. dünya savaşından artık fenalık geldi. My way, bu yüzden izlemeye ön yargıyla başaldığım bir filimdi. Fakat  çarpıcı savaş sahneleri bir yana, filimde dostluk, sadakat, özgürlük gibi duygular çok güzel işlenmiş. Tavsiye edrim. Yalnız savaş sahneleri çocukların izlememesi gereken türden.


Nevzat Tarhan'ın kitaplarını zevkle okuyorum. Tıbbi bilgi ve deneyimlerini tasavvufun zenginliği ile harmanlamış ve ortaya gerçekten iyi bir eser çıkmış. Uslubu akıcı, dili sade. Ortaokul düzeyindeki çocuklarınızla sesli okuma saatlerinde paylaşabileceğiniz bir kitap.

16 Kasım 2012 Cuma



Hayat sanki bir deniz, biz de suyun üzerinde ilerliyoruz. İlk zamanlarda, çocuklukta falan, deniz çok dalgalı, sen ise sanki ufak bir salın üzerinde çırpınıyor, bir an önce hızlı hızlı gitmek istiyor, ancak pek fazla yol alamıyorsun. Zaman geçtikçe teknen büyüyor, kalitesi ve hızı artıyor, ancak senin hızlı gitme isteğin git gide azalıyor.Yavaş yavaş tadını çıkararak gitmek, etrafı seyretmek istiyorsun. Ancak çocuklukta hızlı gitmek ne kadar zorsa, yaşlandıkça yavaşlamak da o denli zorlaşıyor. Bütün motorlarını istop etsen bile artık kocaman bir gemi olmuş olan aracın çarşaf gibi denizin üzerinde hızla ve sessizce kayıyor. Sen ise güverteden geminin pruvasının yardığı suların iki yana doğru açılarak uzaklaşmasını ve ufukta beliren karşı kıyının hızla yaklaşmasını hüzünle izliyorsun.( kaynak : hastalardan öğrendiklerim)



8 Ağustos 2012 Çarşamba

Hayattan ne öğrendim bilmek istersen?

Hayatta ne öğrendim bilmek istersen?


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.

Karanlığı gördüm, korktum.

Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...

Ağladım.


Yaşamayı öğrendim.

Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;

Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.


Zamanı öğrendim.

Yarıştım onunla...

Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...


İnsanı öğrendim.

Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...

Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.

Sonra güvenmeyi...

Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,

Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.



İnsan tenini öğrendim.

Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...

Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.



Evreni öğrendim.

Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.

Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.

Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...

Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,

Bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.

Kendime yazıyı öğrettim sonra...

Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.

Sonra dayanamayıp dönmeyi...

Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...

Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.

Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine inandım.

Düşünmeyi öğrendim.

Sanra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.

Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...

Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzlık olduğunu;

Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...

Ve gerçeğin acı olduğunu...

Sonra dozunda acının,

Yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.



Her canlının ölümü tadacağını,

Ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.



Dostlarım,

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.

Olur ya...

Kalp durur...

Akıl unutur...

Ben dostlarımı ruhumla severim.

O ne durur, ne de unutur...

 HZ. MEVLANA

23 Temmuz 2012 Pazartesi

karaburun ve çocukluğum

Hava sıcak mı sıcak.. Cırcır böcekleri sanki öterken çatlayacaklar..Günler o kadar uzun ki.. Sabah seinliğinde bizim eve yaklaşık 500 m uzaktaki sütçü Hanife Teyze'ye süt almaya gidiyoruz babamla.. Hanife Teyze'nin derme çatma kulübesiyle bizimki arasında hiç ev yok o zamanlar..Kuru otların, defne çalılarının arasından ilerliyoruz.. Önümüzden bir çekirge sıçrıyor..Babama "uzun kız çıkar mı?" diyorum.. Gülüyor, "onlar öyle sıcağında çıkar, korkma" diyor. Hanife Teyze, sütü sağarken çardakta bekliyoruz. Bu deniz kokusuna karışmış kekik kokusu, bu ferahlatıcı tatlı rüzgar..Hayatım boyunca başka hiçbir yerde duymadığım bir koku..Öğle sıcağı basmadan denize gidilir.. Deniz genelde dalgalıdır..Deniz çok sığ ve ipek gibi kum olduğundan, dalgalar çocuklar için tehlikeli değil eğlencelidir.. Deniz dalgalı olduğunda nedense su daha ılık olur. Dalga yoksa, denizin dibindeki altın sarısı ipek halı gözükür.Güneş ışıkları, suda kırılarak denizin dibinde dans eden ışık oyunları yapar.Denizden çıkınca illa bir avuç taş toplanır. Sahil, dalgaların yuvarlattığı, bibirinden güzel taşlarla doludur ki, küçükleri beş taş, büyükleri sek sek için idealdir. Denize girmesi güzel de, eve geri dönmek pek zordur. Allah rahmet eylesin bizim dede, denize kadar kocaa tarla dururken, evi taa tepeye yapmış çünkü.. Ağırlaşan çocuk bedenim dayanmaz, başlarım vızıldanmaya.. Babam omuzuna alır, eve omuz üstünde keyifle giderim. Evde banyo yok o zamanlar.. Sabahtan güneşe bırakılmış hortum, iyice kızışmış, kapı önünde hortumla yıkanıveririz. Zaten bizim evden başka ev falan da yok etrafta.. Öğleden sonra zorunlu uyku faslı.. Annemleri uyutup kalkıyorum. Yapacak hiçbir şey yok.. Okuma bilmediğim için, abimin Teksas-Tombiks kitaplarının resimlerine bakıyorum biraz..Zamanın yavaş aktığı yıllar..Şimdi de öyle yavaş aksaya.... Neyse akşam üstü ikinci deniz faslı ve ardından ikindi çayı..O zamanlar pişiler, irmik helvaları, gözlemeler daha mı lezzetliydi? Gece olunca gökyüzü ışıl ışıl yıldızlarla dolar."Anne" diyorum; "yazın yıldızlar neden daha parlak?". "Yaz olduğu için değil, burda hiç ışık olmadığı için böyle parlak görünürler."diyor annem. Haklı, etrafta birkaç küçük kulübenin ışığı hariç hiç ışık yok ki..
Çok yerler gördüm, çok yerde denize gridim. Genelde sakin ve doğal ortamlardan hoşlanırım. Öyle yıldızı bol oteller, kulaç atsan insana çarpan yüzme havuzları, insanların saatlerce güneşin kabağında kendini kızarttığı plajlar hiç tarzım olmadı. Ama gittiğim hiçbir yerde Karaburun Ardıç koyunun kokusunu, esintisini, insanın içine işleyen dinginliğini bulamadım. Belki de çocukluk anılarımın ağzımda bıraktığı tat yüzünden..