6 Aralık 2011 Salı

MİSSS GİBİ ÇORBA








Havalar serinlediğinden beri çorbasız günümüz geçmez oldu. Akşam yemeği için ideal bir başlangıç. Hem besleyici, hem sindirimi kolay. Üstelik çocuklara yedirmekte zorlandığımız her türlü malzeme çorbanın içinde farkedilmeden gidiyor. İçine süt veya yoğurt ekliyerek kalsiyumunu, et, tavuk parçarı, yumurta ekleyerek protein oranının, mercimek, nohut gibi hububatlar ve çeşitli sebzeler ile vitamin, mineral ve lif oranını arttırabilmek mümkün. Üstünde dumanı tüten bir tas çorbanın insana mutluluk verdiğine inanıyorum, ya da bol limonlu tavuk çorbasının iyileştirci gücü olduğuna.Sadece 15-20 dakikada nefis bir çorba hazırlamak mümkün. Hal böyle iken insanlar neden hazır çorba kullanırlar, aklım almıyor. İşte sık yaptığım birkaç çorba tarifi:


Tarhana: Tarhana çorbası yapmayı bilmeyen yoktur. Ama ben az tereyağında önce 5-6 diş ince dilimlenmiş sarmısak ile yine ince dilimlenmiş yeşil biberi hafif kavuruyorum. Daha sonra biber-domates karışık salçamdan( antep usulü) bir kaçık ekliyor, biraz kavrulunca da mümkünse tavuk suyu ve tarhanayı ilave ediyorum. Kaynamaya başlayınca buzluktaki haşlanmış nohutlardan da bir avuç koydum mu enfes oluyor. Bir de kıtır ekmekle servis etmenizi öneririm.


Fesleğenli domates çorbası: 2 domates rendelenip tereyağında kavurulur. 2kaşık domates salçası ve 1-2 kaşık un ilave edilir. Su eklenirken çırpma teli ile hızlıca karıştırılır. 1/2 Bardak süt ve 1/2 kaşık krema eklenir. Bir de 2-3 tel taze fesleğeni incecik kıydınız mı, nefis oluyor.


Brokoli çorbası: haşladığım brokoliyi haşlama suyu içinde robottan geçiriyorum. Ayrı bir tencerede tereyağı ve unu kavurup, çekilmiş brokoliyi ilave ediyorum. 1/2 Bardak süt ve 1/2 kaşık krema ya da 1 pk labne peyniri ekliyip karıştırıyorum.


Tavuk çorbası : Tavuğu haşlarken( genelde bütün tavuk, şirincan'ın doğal besi tavuğunu öneririm) içine 1 adet bütün soğan, 1 adet havuç, birkaç tel kereviz yaprağı, birkaç tel maydanoz ve tane karabiber ekliyorum. Haşlandıktan sonra sebzeleri ayırıyorum. Tavuk suyuna bir avuç arpa şehriye ve ince dilimlenmiş kırmızı taze biber ekliyor, pişince bol limon sıkıyorum.


Sebze çorbası: az zeytin yağıda küp küp doğranmış soğan- havuç-patates- doğranmış 1-2 adet taze kereviz yaprağı ve 1 adet kerevizi sırayla kavurduktan sonra tavuk suyunu ekliyorum. Pişince bol limon ile harika oluyor.

16 Kasım 2011 Çarşamba

korku / endişe / farkındalık / coşku üzerine..




Hastam "korkuyorum, doktor hanım" diyordu.." Normal doğumdan da sezaryenden de korkuyorum". Doğumuna bir hafta kalmıştı, yüzüne bakınca ne kadar endişelendiğini anlamak zor değildi. Peki neden heyecanlanmıyordu? Yavrusuna kavuşmasına bir hafta kalmıştı. Bir hafta sonra Rabbimin bahşettiği en güzel duyguyu tadacak, doğum denen o muhteşem anı yaşayacaktı. Bu ömründe yaşayacağı en özel deneyimdi oysa...

Hayatımızda olayların sadece madde boyutuna yer var , yaşamın mana boyutu, taşıdığı anlam, çoşkusu hiç dikkate alınmıyor. Ergenlik çağına yaklaşırız, ağrılı adetler, sivilcelenen yüz, ruhsal sıkıntılar ile korkutuluruz. Kimse bize büyümenin, sorumlu olmanın insanı insan yapan şey olduğundan, insanı taştan ayıran şey olduğundan, gençliğin ne derin bir hazine olduğundan, sadece bu yaşlarda bütün dünyayı değiştirecek kadar güçlü hayallerin kurulduğundan ve yaşam ırmağımızın sadece bu zamanda bu kadar çoşkulu akacağından bahsetmez..

Evlenecek oluruz, ilk gece kabusları başlar. Doğuracak oluruz, Allah kurtarsınlar.. Yaşlanırız, menepoz derdi başlar..Olgunlaşmak, kemale ermek kimsenin umrunda değildir. Yaşanan her dönem ayrı bir dert, ayrı bir kabustur bizim yaşadığımız topraklarda..Sık sık duyarım hastalarımdan "Kadınlık mı dert, Erkeke olmak varmış zaten dünyada, kadınlık rezalet..." O yüzden menstürasyon dönemlerinde, ki kadın olmanın en doğal halidir, kirli kabul ederiz kendimizi, ya da hasta..

Oysa hayat akıp gidiyor işte.. Yaşamak için sadece bir fırsatımız var..Ve hayatın her dönemi ayrı güzelliklerle geliyor. Mesele bunu fark edebilmekte..

ölür ise ten ölür / canlar ölesi değil










"Dertli ne ağlayıp gezersin burda


Ağlatırsa mevlam yine güldürür


Nice dertli kondu göçtü burada


Ağlatırsa mevlam yine güldürür"




Tek kelimeyle çarpıldım. Uzun zamandır bir kitabı okurken hiç bitmesin istememiştim. Yunus Emre hazretlerinin duru Türkçesi ve insanın içine işleyen hüznü ile başka bir aleme dalıp gittim. İçime bir ışık vurdu. Çocukluğumuzdan deri kulaklarımıza çalınan, hepsi birbirinden güzel, birbirinden derin Yunus Emre ilahilerini mırıldandım. En çok da "ağlatırsa mevlam..." takıldı dilime..


Can parçam yavruma "Yunus" adını verdiğime şükrettim. Madde/mana dengesinin altüst olduğu şu alemde gönül insanı olsun, saf ve berrak olsun istedim Yunus gibi..Bizim Yunus gibi...

13 Ekim 2011 Perşembe

imdat, yine proje ödevi !!!



Bizim zamanımızda dönem ödevi diye bir şey vardı. Her iki dönemde birer kez olmak üzere senede 2 kez yapılırdı. Şimdi her hafta sonu, hem de farklı derslerden , yani birden çok proje. Evet, bazı konular gerçekten eğlenceli, renkli, resimli.. Fakat evde 2 okullu çocuk olunca şimdiden daral geldi bana. Bıraksan tek başına yapsın, saatler geçecek. Bazı ödevleri özellikle "anne- babalarınızla beraber yapın" diyerek veriyor öğretmenler. Malzeme deseniz, ev küçük bir kırtasiye dükkanı mübarek. Renk renk kartonlar, el işi kağıtları, pritler, bantlar, boyalar, delgeçler, şekilgeçler, zımbalar, raptiyeler havalarda uçuşuyor.Oysa zaten 2 gün tatilimiz var( o da nöbet-icap yoksa) bırakın da biraz dinlenelim, gezelim, yürüyüş yapalım... değil mi ama ?...

11 Ekim 2011 Salı

SÜTTEN KESME



Oğluşum artık 22 aylık. Sütten kesme zamanı yaklaşıyor. Yaklaşıyor, ama nasıl ?...O kadar çok keyif alıyor ki, kıyamıyorum. Tabi tek mutlu olan o değil; eşime göre "kim daha çok keyif alıyor belli değilmiş". Kızlarıma bu kadar uzun süt veremediğim için kendimi suçlu hissediyorum bazen. İkisinde de sütüm kesildiği için, emzirme kendiliğinden bitmişti gerçi, ama itiraf edeyim, ben de çok üzerinde durmamıştım. İşte hep diyorum ya yaş ilerledikçe hayata bakış tarzı değişiyor. Çok şey kaçırmışım. Hele geceleri, koyun koyuna yatıyoruz. Yumuşacık ayakları bacaklarıma deyiyor, saçlarını okşuyorum, mis gibi kokusunu içime çeke çeke, öpe seve uyutuyorum. Anlayacağınız hiç şikayetçi değilim. Ama her sabah yamuk yumuk yatmaktan tutulmuş kalkıyorum. Sonra, bana çok bağımlı oldu. Doğduğundan beri tek bir gece bile ayrılmadık. Ne kongreye gidebildim, ne de şöyle bir- iki gecelik bile olsa çocukları bırakıp bir kaçamak yapabildik. Artık yavaş yavaş normale dönme zamanı geldi. Ama nasıl ?...Bir süredir internette bakmadığım blog kalmadı. Memeye bant yapıştıranlar, acı sürenler, salça sürenler... Galiba bant en mantıklı.. Başarılı olursam sonuçlarını yazarım..

10 Ekim 2011 Pazartesi

gözyaşı




Dışarıda yağmur var. Gökyüzü kurşun rengi. Televizyondan cenaze törenini izliyorum. Sözün bittiği, herşeyin anlamsızlaştığı an. Samimiyet, hüzün, teslimiyet.. Böyle bir evlat yetiştiren annenin mekanı cennet olur İnşallah.

tehlike çanları çalıyor






Geçen hafta Yamanlar Koleji'nde ilkokul 5. sınıflara "doğru beslenme" konulu bir seminer verdim. Fen bilgisinde ilk ünüteleri beslenme konuluydu ve gerçekten yaşlarına göre gayet kapsamlı olarak konu ele alındı. Ben de beslenme yanlışlarının gerçek hayata nasıl yansıdığından ve klinik sonuçlarından bahsettim. Bol resimli, renkli güzel bir ders oldu. Çocuklar çok ilgi gösterdiler, sorular sordular ve bol bol güldüler. Sağlık bakanlığı özellikle çocuklarda doğru beslenme ve obesite ile mücadele konusunda seferberlik başlatmış durumda. Bu bağlamda bir dizi çalışma hazırlanmış. Bu konunun okul düzeyinde bu kadar güzel işlenmesi de çok olumlu. Canı gönülden destekliyorum.


Kadın-doğum hekimi olarak polklinikte bizi en çok zora sokan konulardan biri obesite. Genç kadınlarda adet düzensizlikleri , polikistik over, gebe kalamama gibi sorunlara yol açarken gebelik döneminde iş daha da ciddi boyutlara gidiyor. Obes olarak gebe kalma ya da gebelikte aşırı kilo alımı gebelik şekeri, hipertansyon, iri bebek doğurma, erken doğum , sezaryen oranlarında artış gibi çok ciddi sorunlara yol açıyor. Doğumdan sonra ise annelerin büyük kısmı eski kilolarına dönemiyor, hatta üstüne ekliyor. Bütün bu sağlık problemlenin çözümünde doğru beslenmenin yattığı çok açık. Doğru beslenme ise ancak küçük yaşlarda edinilen bir alışkanlık. Elbette sonradan bazı şeyleri değiştirmek mümkün, ama alışkanlıkları kırmak, yaşam tarzını değiştirmek hiçte kolay değil. Bunun için tabi önce kendimiz örnek olmalıyız. Araştırmalar gösteriyor ki, bir gıdayı çocuğun yiyebilmesi için en az 20 kere anne-babasının o gıdayı severek tükettiğni görmesi gerekiyor. Yani sözle, nasihatle değil; yaşayarak örnek olmak durumundayız. Bu demek oluyor ki, üşenmeyeceğiz. Pazar pazar gezip tazecik meyve sebzeleri alacak, kolları sıvayıp mutfağın yolunu tutacağız. Her güne farklı, dengeli mönüler oluşturacağız. Kalori dengesini, süt ürünlerini,vitamin ihtiyacını düşüneceğiz. Sabahları 15 dakika erken kalkıp kahvaltı hazırlayacak, ama mutlaka kendimiz de kahvaltı edeceğiz. Ellerine 2-3 lira sıkıştırmak yerine hergün, üşenmeden farklı bir beslenme çantası hazırlayacağız. Akşam olunca da benim gibi yorgunluktan sızıp kalacağız....

22 Eylül 2011 Perşembe

okullu olduk



Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba. Ramazandı, bayramdı,tatildi derken yazı bitirdik. Bu sene bizim için çok hareketli geçeceğe benzer. Küçük kızım ilkokula başladı. Benim boncuk gözlü bebeğim, okullu oldu. İnsan inanamıyor, çok duygulanıyor. Okulların ilk günü üstünde forması, sırtında çantası, biraz tedirgin, biraz ürkek, ama korkmayı da gururuna yediremiyor..Sınıfa girdi , el salladı, "hoşçakal anne, gidebilirsin" dedi. 3 yıl önce kreşe başladığımızda da aynı şeyi yapmıştı. Ne ağlamak, ne şikayet...Büyük kızım da bu yıl okul değiştirdi. Okulu bizim için tam bir hayal kırıklığı oldu. 4 yıldır çocuk etkilenmesin diye sabretmeye çalışıyorum. Bu yıl teklif kendisinden geldi . Kardeşi ile beraber Bozyaka Yamanlar Koleji'ne gitmek istediğini söyleyince biz de hiç direnmedik. Bu sene 5. sınıf. Okullar açılalı 3 gün oldu, ama şimdiden memnun kalacağımız belli .Öğretmenler ne kadar ilgili, özverili..
Bu sene hangisine yetişebileceğim, bilmiyorum. Sare ön ergenlik döneminde ,ufak ufak asilikler , alınganlıklar başladı. Eğitimi için destek olmak, eksiklerini kapatmasına yardım etmek, ama hepsinden önemlisi bol bol sohbet etmek lazım. Önemli yaşlar.. Ayşecik 1. sınıf. Sare'ye benzer mi bilmem ama, birinci dönem çok zor. Yunusçuk 21 aylık oldu. İnanılmaz hareketli, bir okadar da şirin. Hem tehlkeli hem çok keyifli. Eşim doçentlik için hazırlanıyor. Çalışması, makale yazması lazım. Bana gelince... Biz de Şifa grubu olarak üniversite olduk. Yıllar önce ilk uzman olduğumda o kadar üniversitelere girip akademisyen olmak istememe rağmen mağlum nedenlerden dolayı mümkün olmamıştı. Rabbim üniversiteyi ayağımıza getirdi. Tabi daha pek çok şey başlangıç aşamasında, ama çok çalışmak, layık olmak lazım..Bunun dışında okunacak kitaplar, izlenecek filimler, gezilecek yerler, pişirilecek yeni yemekler, birikmiş borçlarım: ziyaret edilecek arkadaşlar.... var da var. Nasıl yetişirim, ne kadar üstesinden gelirim bilmiyorum. Bir de blogum var tabii. Eğer zaman kalırsa...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

gebelik ve oruç







Mübarek Ramazan ayının kapımıza dayandığı şu günlerde " gebelikte oruç tutabilir miyim?" soruları başladı. İlgilenenler için yeniden değinmekte yarar var. Son 3 ayda oruc bebegi etkiler. Özellikte 30. gebelik haftasından sonra kan şekeri değişkendir, 2 saatte bir hafif ara öğünler ile ana diyetin desteklenmesi gerekir. Ayrıca günde en az 2 lt sıvı tüketilmelidir.Ilk 3 ayda da açlık ile beraber kan şekerinin düşmesi bulant1lar1 artt1rabilir. Ama orta donemde anne aday1 etkilenmiyorsa sak1ncas1 yoktur. Tabi malesef bizim pek çogu dinle imanla alakas1 olmayan meslektaslar1m1z, bilimsel hiçbir dayanag1 olmadan oruç laf1n1 duyar duymaz kesinlikle hay1r diyorlar. Bu da insanlar1n kafalar1n1 kar1st1r1yor. Kasıtlı olarak yapılan birşey bu. Gebe oruç tutmasın, emzikli tutmasın, çocuklar, gençler, öğrenciler, yaşlılar tutmasın. tüm sene hiçbir problem çıkartmamış olsa da en ufak hastalığı olan tutmasın. Çalışanlar hiç tutmasın. Zaten yazın günler uzun, hava sıcak .."Ne gerek var hiç kimse tutmasın" diyecekler aslında da.. o kadarını söyleyemiyorlar...



Birazcık açlık ve susuzluktan kimseye birşey olmaz. Hele de iftar sofralarını şölene çevirip, Ramazan mübarek günde neredeyse normalden çok yemeği 2-3 saat içinde yiyen bizlere.. Açlıktan ölecek birileri varsa malesef Somali başta olmak üzere Afrika'daki milyonlarca insandır.. Bu Ramazan, hiç olmazsa bu Ramazan. bunları düşünelim. Evet iftarlar verelim, sofralarımız dolsun taşsın, zaten Ramazan bereketiyle geliyor, ama LÜTFEN gerçekten aç olanları da hatırlayalım. Lüks otellerde, restorantlarda kişi başı bilmem kaç bin liralık iftarlara gitmeyiverelim. Açık büfe altında tonlarca yiyeceğin israfına en azından bu Ramazan ortak olmayalım.






Bu arada "Mevsimlerden Roma" harika Ramazan önerilerinde bulunmuş. Çok teşekkürler..






Tüm sevenlerimizin Ramazan'ının şimdiden kutlar, berketinden nasiplenebilmeyi dierim..


Not: İsmet Hanım , gebe kalmanıza çok sevindim. Allah tamamına eriştirsin İnşallah, sevgiler..







16 Haziran 2011 Perşembe

down sendromu ve vicdan üzerine







"Down sendromlu kızı Nazlı ile hayatının anlamının değiştiğini söyleyen Prof. Dr. Mim Kemal Öke,20 yıldır onun eğitimi için çabalıyor. Nazlı'nın kendisini de eğittiğini ifade eden Öke, şimdi kızıyla birlikte konferanslar veriyor. Nazlı, yüzmeye gidiyor, konferanslarda babasıyla davullarıyla ritim performansı sergiliyor. Nazlı üstelik iyi bir fasıl ustası.


Onların ilişkisi, alışık olduğumuz bir baba-kız ilişkisinden öte! "Onun bana bir bakışı var. Her şeyi anlıyorum. O kadar yekvücut olduk ki bağırsağının dönüşünü bilirim! Hakikaten 'kanka' olduk!" diyor Öke ve ekliyor: "Yani Nazlı size ne verdi derseniz? Aşk. Aşk imiş, her ne varsa âlemde. Hizmet ehli oldum, her şeyi makbul görmeye başladım. Nazlı'yla birlikte başka bir noktaya geldim ben. İnsanı, evreni farklı bir gözle görmeye başladım. İnsanları çok ilgilendiren konular, beni çok da ilgilendirmiyor artık." İlk önce oğlu Alihan'ın hastalığı, ardından kızı Nazlı'nın Down Sendromlu olmasıyla sarsılan Öke, 1990'lı yıllardaki televizyon programlarını kızının tedavisi için yaptığını söylüyor. Öke başarılı bir 'siyaset' ve 'uygarlık tarihi' profesörü. Kendisiyle aynı ismi taşıyan dedesi, Atatürk'ün doktorudur. Öke ve ailesi, 1991'de, Nazlı'nın doğumuyla, yeni bir hayata da adım atar. Ancak bu başlangıç, özellikle baba Öke için epey sancılıdır: "Nazlı doğduğunda çok bocaladım. Ben ki içki içmeyen adamım, beni Nişantaşı'nın köşelerinde viski şişeleriyle bulmuşlar! (Gözleri doluyor) Özel hastanede, doktorun söylediği şu sözler baba Mim Kemal Öke'nin zihninde hâlâ: "Doktor bağışıklık sisteminin zayıf olduğunu söyleyerek 'Camı açık bırakın, hallolur (ölür)' dedi." ( 16.6.2011,Zaman Gazetesi)

Lise çağlarımdan beri severek takip ettiğim tarihçi yazar Mim Kemal Öke'nin uzun süredir ortalarda görünmeyişi benim de dikkatimi çekmişti. Down sendromlu bir çocuğu olduğunu ve ne sıkıntılar çektiğini dün gazetedeki ropörtajından öğrendim. Allah yardımcısı olsun, elbette büyük imtehan. Ama beni asıl sarsan kırmızı renkle dikkatinizi çekmek istediğim doktorun yorumu. Bizler çocuklarımızı en iyi okullara , dershanelere, kurslara gönderiyor, onların doktor ,mühendis...büyük adamlar olmalarını sağlıyoruz, ama insan yetiştirebiliyor muyuz ? Hahngi din, hangi etik, hangi ahlak sistemi, hangi evrensel değer böyle birşeyi kabul edebilir ? İnsanı yaşatmak için yıllarını vererek doktor olmuş biri nasıl insan hayatını bu kadar ucuz, bu kadar değersiz görebilir ? Meslek hayatım boyunca canlı gebelik küretajı yapmadım. Allah da nasip etmesin . Down sendromu anne karnında en erken 20. haftada kesin teşhis edilebilen bir hastalıktır. 5 Aylık bir bebeğin down sendromlu olduğu için öldürülmesine hiçbir ortamda onay vermedim. Ama bu çok başka birşey . Doğmuş canlı bir bebek için "camın önün bırak, ölsün"demek..Soğuk kanlı katiller gibi..Bazı insanları çağdaş eğitim adına dinden imandan uzak tutarken ahlak, etik, vicdan, merhamet, cana saygı gibi evrensel değerlerden de uzak büyütmüşler. Ne yazık..

14 Haziran 2011 Salı

SU ÇİÇEĞİ






Koktuğum başıma geldi .Büyük kızım su çiçeği aşısında sonra ağır bir grip geçirince küçük kızıma su çiçeği aşısı yaptırmadım. Yaptırayım mı, yaptırmayayım mı derken zaman geçti. Tam bu günlerde oğlanın aşı zamanı gelmişti ki, korktuğum başıma geldi .Pazar sabahı uyandığında bir sürü sinek ısırığı zannettiğimiz kızarıklık vardı çocuğun vücudunda. Derken öğlene doğru bizim sinek ısırığı zannettiğim kızarıklıklar su toplamaya başladı ve tüm vücuda yayıldı. Anladık ki su çiçeği. Meyerse kreşten Ferit arkadaşıda 15 gün önce su çiçeği olmuş.Su çiçeği çok bulaşıcıdır, bir sınıfta bir kişide varsa diğer çocukların hiç şansı olmaz, tabi aşısızsa. Ayşecik aynaya bakıp bakıp ağladı, çok çirkin oldum diye. Ne kadar geçecek, üzülme dedikse de nafile. Şimdi solgun bir çiçek gibi yatıyor. Yine de mız mız değil evladım. Oyuına dalınca unutuyor. Dün 260 parçalı 3 adet pazıl aldım. Onu epeyce oyalar.Kaşıntısı çok artınca sabır anneciğim diyorum, hemen sabırla başalyıp sonu bilmem nerede biten bir hikaye uyduruveriyorum. Dalıp gidiyor. Oğluşuma da geçti sanırım, ama o, anne sütü aldığı içn çok hafif geçiriyor. Bİr tane yanağında, bir tanede elinde attı okadar.


Bu da bana ders olsun. Bir daha aşı atlamak yok...

YORUMSUZ...









Avustralya Sidney'de yaşayan Kate Ogg, 27 haftalıkken ikiz doğurdu. İkizlerden kız olanı Emily sağlıklıydı, erkek kardeşi Jamie nefes alamıyordu. Doktorlar, yaklaşık 20 dakika bebeği hayata döndürmeye çalıştı. Ancak bebek nefes almıyordu. Bunun üzerine doktorlar veda etmesi için Jamie bebeği annesine verdi. Anne, bebeği 2 saat boyunca koynunda tutup okşadı, bebeğiyle konuştu ve bir mucize gerçekleşti. Bebek yeniden nefes almaya başladı. Kate Ogg, o dakikaları şöyle anlatıyor: 'Gözlerime inanamadım. Jamie elini kaldırdı ve parmağımı tuttu. Gözlerini açtı ve başını sağa sola çevirdi. Bu gerçek bir mucize!' Uzmanlar, bu harikulade olaya "kanguru tedavisi" adını veriyorlar." (Hurriyet.com.tr., 27 Ağustos 2010)


1985'te Afganistan'da Meymene bölgesinden geçerken 17 kişilik bir aile çığ altında kalır. Günler sonra çıkarıldıklarında aileden 16 kişinin öldüğü anlaşılıyor, sadece bir bebek annesinin göğsüne sımsıkı sarılmış olarak nefes alıp veriyor.

Hayat, gözlerimiz önünde akıp giden sayısız mucizelerinden biridir ve bizler mucizelere bakarken, onları görmüyoruz, çünkü dünyaya olan tutkunluğumuz basiretimizi bağlamıştır.(Ali Bulaç,Zaman)

10 Haziran 2011 Cuma

hazreti mevlana hakkında








Kitabın kapağını kapattım ve derin bir düşünceye daldım. Sinan Yağmur'dan " Aşkın Gözyaşları" nı okudum. Kitabı bitirip de gözlerimi kapattığımda gözümün önünde semaya duran Şems, Elif Şafak'ın "Aşk" ından sonra hayalimde canlanan Şems'ten ne kadar farklı..Ya işin aslı..Gerçek Şems-i Tebrizi hazretleri...



Bir kere asıl olan şu ki, insan yabancısı olduğu bir iklimde ne kadar doğrulukla at koşturabilir? Tasavvuf sonsuz bir derya..Bu deryada yol almak kolay değil..40 yıl dergaha eğri odun taşımamak nasıl birşeydir? Ya kadı kaftanı ile sokaklarda ciğer satmak..İbrahim Ethem hazretleri gibi savurup malı sarayları dağlardan seyretmek..Yıllarca bir lokma kuru ekmeğe talim edip de bundan lezzet almak.. Bütün bunlar yetmez. Bir de seni yükseltecek doğru rehberi bulacaksın. Bulacaksın ki senin 40 yıllık emekle geldiğin makamdan, o bir bakışı ile 40 saniyede seni ötelerin ötesine taşıyacak..



Elif Şafak'ın Aşk'ı bir solukta okunacak cinsten sürükleyici bir roman. Edebi kalitesine laf etmem, ama gerçeği anlamaktan ve anlatmaktan uzak..Bu haliyle kuru ve yavan..Sinan yağmur'un kitabı, Şems hazretlerinin ağzıdan yazılmış.Sanki anılarını yazdığı günlük gibi.. İslami bilgilerin doğruluğu açısından daha düzgün olduğu kesin olmakla beraber, bence cürretkar.



Hal böyle olunca yeterli tasavvufi ilme ve derinliğe, hatta doğru düzgün islamın temel kaidelerine bile yabancı kalemlerden anlatılınca, ne Mevlana hazretleri,ne Şems Hazretleri, ne Yunus Emre hazretleri..gerçeklikleri içinde yansıtılamıyor. Sonuçta ne bugün müzik eşliğinde sema eden ( ben ona folklorik bir dans gözü ile bakıyorum) insanların Mevlana hazretleri ile, ne orasına burasına şiş geçiren Kadirilerin Abdül Kadir-i Geylani hazretleri ile, ne Bektaşiyim diyenlerin Hacı Bayram-ı Veli hazretleri ile bir ilgisi var.



Evet bugün kendimizi tereddütsüz teslim edebileceğimiz veliler yok belki, ya da varsa da biz bilemiyoruz..Ama o büyüklerin çağlar ötesindan bize ışık tutan paha biçilmez eserleri var. Tam olarak anlayamasak da eserleri okunduğunda ruhaniyetleri ile bize rehber oluyorlar. Örnek hayatları karanlık denizlerde kaybolmuşlara fener oluyor. İş, temiz kalple, uyanık ruhla okuyabilmekte..Çocuklarımızı o derin, o büyülü dünyayla tanıştırabilmekte..ki, hayatı maddi hazlardan, islamı da kuru kuruya ibadet etmekten ibaret sanmasınlar..

27 Mayıs 2011 Cuma

bahar temizliği






İlk baharın sonun geldiğimiz şu günlerde İzmir'de alışılmışın dışında gökyüzü bulutlu. Bu yıl rahmet yağmurları uzun sürdü. Toprak suya doydu, hal böyle olunca yeşillik fışkırdı. Papatyalar, gelincikler,karahindibalar... kırçiçekleri hem gözümüzü hem de baş döndüren kokuları ile ruhumuzu şenlendirdi..


Tabiat yenileniyor,tazeleniyor, dirilyor.. Ya biz..Şu bahar yorgunluğundan sıyrılıp şöyle bir yenilenmek lazım.. Bahar temizliğine önce bedenimizden başlamalı.. Bir kere kış boyu soframızdan eksik etmediğimiz tatlılara, hamur işlerine, yağlı yemeklere bir ara vermeli. Hafif zeytinyağlılar, şöyle soğuk soğuk yerini almalı sofralarda.. enginarın, iç baklanın, bezelyenin son demleri.. Geçen hafta imrendim ıspanak aldım pazardan. Çok taze görünmesine karşın tohumlanmaya başlamış .Kış sebzeleri seneye artık nasibimiz varsa..Yavaş yavaş tarla fasülyesi, patlıcanı gelmeye başladı Antalya'dan.. Bundan sonra imam bayıldılar, börülce salataları, barbunya plakiler, ooh ...Bu mevsimde meyve biraz kıt. Elma, portakal, muzdan sıkıldık..Kirazın daha 2 haftası var. Çilek, erik, yenidünya tam tadında.. Ama hiçbirini bizim oğlan yemiyor. Öyle olunca hiç sevmediğim halde kavanoz meyvelerine başladık. Bu aylarda günde bir öğün meyve ve bir barda meyve suyu gerekiyor. Neyseki sıkmalık portakallar tatlı..

Bol su içmeyi ihmal etmemek lazım.Bu arada sürekli içtiğimiz arıtılmış sular, mineral yönünden fakir. O yüzden günde bir şişe maden suyu veya temizliğine güvendiğiniz çeşme suyu almak oldukça yararlı..


Evde mutlaka bir bahar yenilenmesi gerekiyor. Mümkünse boya badana. Biz de seneye inşallah. Halılar, perdeler yıkamaya.. Geçen hafta eşimle gardrop operasyonu yaptık.. Sonuca ikimiz de inanamadık. Tam 3 valiz dolusu giymediğimiz giysi çıktı. Çoğu az giyilmiş, modası geçniş yada içine sığamadığımız ama vermeye de kıyamadığımız türden.. Biz ne yapmışız öyle. Bunca giyilmedik giysinin vebali var. Dolaplar bir rahatladı sormayın..Sonra balkona sıra geldi.. Saksılar yenilendi.Kedi tırnakları, hüsnüyusuflar, mis kokulu fesleğenler..Bir de iki tane muhabbet kuşu aldık. Ta geçen yıl söz vermiştim çocuklara. Adana falan derken erteleyip duruyordum. Tabi bizimkiler böyle şeyleri hiç unutmazlar, başımın etini yediler. Neyse evdeki kuş sayısı üçtü, beş oldu..


Herşey iyi güzel de ya ruhumuz..Esas detoxu manevi dünyamıza yapmak lazım.Hertürlü kirlenmeden uzaklaşmak, yeni, taze bir sayfa açmak lazım. Aslında hepsinden önemlisi bu.Biraz da bunu ferkedebilsek..




Not: Özlemciğim gerçekten sıkı bir takipçisin, teşekkür ederim. Fatma Hanım , size de evlatlarınızla güzel günler dilerim, sevgilerimle, hoşçakalın..








2 Mayıs 2011 Pazartesi

yaş 35









"Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün."



Demiş, ama ikinci yarıyı tamamlayamadan göçüp gitmiş şair. Sahi yolun yarısı mı dersiniz ? 30'lu yaşlarda hayat öyle bir ivme kazanıyor ki..yakalayamıyorsunuz hiçbirşeyi. Tam tutacak gibi oluyorsunuz bir paçasından .. Nafile..



35. yaş günümü kutladığım bu günlerde hep aynı şeyi hayal edeken buluyorum kendimi... Gözümü taş duvarlı bir evde açıyorum.. Güzelce uyumuş, iyice dinlenmişim.. Duvarları kireç badanalı( mis gibi kokuyor... ) çivit mavisine boyalı ahşap pencerelerinde el örgüsü dantel perdeleri havalanıyor.. Bahçedeki iğde ağacının ( ıhlamur da olur ) mis gibi kokusu içeriye dolmuş.. Oda loş..Hava ılık.. Kimse ilişmiyor, tekrar uykuya dalıyorum.....



O kadar uykusuzum ki.. Bizim ufaklık iyi gecelerde 5-6 defa uyanıyor, var siz kötü geceleri düşünün.. E bazen kızlar da su falan istiyorlar.. Bir de hastane telefonları, gece doğuma gitmeler var tabii..Ve tam 1.5 yıldır bu böyle..Dolayısıyla ne bloguma el atabiliyorum, ne de yapmayı özlediğim bir ton şeye..Neyse ki, sabah oluyor.. Bizim oğlan bütün gece uyumayan kendisi değilmiş gibi gerine gerine pür neşe uyanıyor. Tam oyun modunda, sabahları tadından yenmiyor.Koklaşıyoruz, boğuşuyoruz biraz.. İlla perdenin arkasın saklanıyor, saklanmbaç oynuyoruz. Sonra kızlar kalkıyor, yüzleri ay gibi olmuş..Neşeliler..Biraz birbirlerine sataşıyorlar..Ailecek hızlı ama güzel bir kahvaltıdan sonra ....yeni güne hazırız.


Yorgun, ama mutluyum. Rabbime tattırdığı güzellikler için şükrediyorum. Aslında öyle gençlik takıntım falan da yok. Yaş arttıkça kaybettiklerimiz değil, kazandıklarımız önemli olan. Evet ak teller başladı, yüzdeki çizgiler derinleşiyor, daha çabuk yoruluyor, daha zor dinleniyoruz belki .. ama 10-15 yıl önceye dönmek ister misin ? deseler, " asla" derim. Yeniden üniversite sınavı, fakülte, tus hele de ihtisas, ev borcu, araba borcu..hiç çekilmez.



Bir de uyuyabilsem....



Not: Özlemciğim,


yorumunu yeni okuyabildim. Bahsettiğn videoyu izledim. Bazı halleri abartılı buldum. Elbette doğumdan sonra anne-bebek teması çok önemlidir. Buna biz de önem veriyoruz. Senin doğumun genel anestezi ile mi oldu hatırlayamadım, ama epidural anestezide bebek doğar doğmaz kurulanır , göbeği kesilir, ek müdahaleye ihtiyaç yoksa annesine verilir. Senin videoda bebeği kurulamıyorlar bile. Dikkat ettiysen bebek mosmor. Yeni doğan bebekler ısıya çok duyarlıdır ve asla ıslak bırakılmamamlıdır. Sonra annenin serum takılı kolu kıvrık, bebeğini kucaklıyor. Sezaryen önemli bir batın amliyatıdır. Normal bir sezaryende yaklaşık 1 lt kan kaybı olur. Bu durumda yeterli serum tedavisi yapılmazsa ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bir de hasta kesi yerini görebiliyor. Bunun hiç uygun olmadığını düşünüyorum .Elindeki ufacık yarayı görünce çığlığı basan bir kadın kendini o halde görünce ne hisseder ? Önemli olan annenin o anının coşkusunu ve büyüsünü hissedebilmesi. Ben de sezaryen oldum biliyorsun, hem de 3 kere. Bebeğin çıkıpta o ilk ağlayışını hisstemek varya, bütün dünyaya bedel bir duygu. İlk temasın 1. dakikada olması ile 5. dakikada olması çok da fark etmiyor.Zaten sezaryen 10-15 dakikalık bir ameliyat. Bebek giydirilene kadar annenin operasyonu bitiyor.Bir de doğum , yeni hayatının sadece ilk dakikası. Herşey hayal edildiği gibi olmaya bilir. Normal doğum sırasında da terslikler yaşanabiliyor. Bebeğin kalp sesleri düşebiliyor. Acil sezaryen ya da vakum ihtiyacı doğabiliyor. O anki telaşımız, koşuşturmamız elbette anneyi çok strese sokuyor. Ama önemli olan netice. Bir şekilde bebek sağ salim doğmuşsa gerisinin önemi yok. O yüzden sezaryen olduğun için çok da hayıflanma .Biliyorsun .İlk bebeğinde 2 gün sancı çekmiştin ve doğum ilerlemediği için sezaryen olmuştun. Şimdi evlatlarınla güzel zamanlar geçirmene bak. Sevgilerle..

14 Şubat 2011 Pazartesi

URLA PAZARI


Dün, baharın müjdecisi bir gündü. Ilık, güneşli..Ne kadar şükretsek az...Dünyanın bir bölümü özellikle ABD karakışla boğuşurken biz deniz kenarında kahvelerimizi yudumlayabiliyoruz. Urla pazarı pek şenlikliydi dün. Nergisler, sümbüller, dağ laleri...Sebze-meyvenin en kalitesi geliyor bu pazara. Yerli ürün değil çoğu..ama taptaze.. Urla'nın en meşhur yerli ürünü enginar.Yemyeşil kafalarıyla tezgahları doldurmuş..Tanesini 2 liradan satıyorlar..Biraz pahallı ama, doğrusu değer. Bol yeşil soğanlı, sızma zeytinyağlı, dereotlu..en sevdiğim yemektir kendileri.. Eşimi de alıştırdım.Urlaya enginar almaya gidelim deyince hiç nazlanmıyor. Sonra tazecik otlar vardı köylü teyzelerin tezgahında.Arapsaçı, turp otu, kuzu kulağı, radika.. Gözlerimiz bayram etti. Midemiz de edecek inşallah..
Bu gün güzel ve çok anlamlı bir gün. Sevgililer sevgilisinin dünyaya teşrifinin yıl dönümü. İçimiz sevinç dolu, içimiz kıpır kıpır.. Ya gelmeseydi, ya biz o güzeller güzelini tanımasaydık,bilmesyedik..Nice olurdu halimiz. Bu akşam İbrahim Sadri'nin sesinden Yağmur'u dinlemeli..Kalplerimize yağmur yağdırmalı...

26 Ocak 2011 Çarşamba

ÇOCUK KİTAPLARI






Küçük kızım için Tübütak erken çocukluk bilim kitapları ilk tercihimiz. Kitapların kağıt kalitesi , basımı, resimleri harika. Oldukça anlaşılır bir dil ile tercüme edilmiş. Fiyatları ise 3-5 lira. Aynı kailtedeki diğer kitapların 10-15 lira olduğu göz önüne alınınca gerçekten avantajlı. Tabiki aradaki fiyat farkı Tübitak tarafında süspanse ediliyor. Çok güzel bir hizmet. Ama insan şunu da merak etmeden duramıyor. 6yaş çocuğu için yazılmış çok basit kitaplar bunlar. Bu kitaplar için orjinal eserlerden tercüme yapıp bir dolu telif hakkı ödemek gerekli mi ? Bu düzeyde kitap yazan, bu kitapları güzel resimlerle bezeyen hiç mi yazarımız, çizerimiz yok ? Sonuçta harcanan hepimizin cebinden çıkan paralar..Çocuklar tercüme kitap okumayacak mı ? Elbette okuyacak. Dünya çocuk klasikleri, mutlaka güzel bir Türkçe ile tercüme edilmiş halleri ile kitaplığımızı süslemeli. Ama dediğim gibi bu kadar basit anlatımlı kitaplar için avuç dolusu paranın ülke dışına çıkması vicdanımı sızlatıyor.


Bu arada yeni keşfettiğim" Bir dolap kitap" harika bir blog. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum.































18 Ocak 2011 Salı

OĞLUŞUM 1 YAŞINDA

Zaman ne çabuk geçiyor. Daha dün olsun mu olmasın mı ? diye düşünürken , güzel yavrum bir yaşına gelivermiş. İyiki doğmuş, iyiki evimizi şenlendirmiş.
İnsan 34 yaşında anne olunca daha bir farklı bakıyor herşeye. Hele de öncesinde iki dünya güzeli evlat büyütmüşse...Bebek nasıl kıymetli birşey, nasıl güzel kokar, bir eve nasıl neşe katar, insanın yüreğini nasıl genişletir...Ben öylediyorum eşime: her bebekle beraber Allah yeni bir kalp yaratıyor sanki..Yani, yeni bir çocuk için kalbindeki yer bölünmüyor, aksine yüreğin büyüyor, içine yeni bir sevgiyi almak için.. Böylece daha hoşgörülü, daha merhametli, daha sevgi dolu olabiliyor insan..
Yüce rabbimden çocuklarım için tüm annelerin dilediklerini diliyorum: Ömürleri bereketli olsun. İyi insanlarla karşılaşsınlar, kıymetlerini bilecek helal süt emmişlerle..Hayatlarına değen insanlar onları benim gibi sevsin. Hayat cömert yüzünü göstersin. Savaş,kıtlık,yokluk görmesinler inşallah. Zor zamanlarda yaşıyacaklar.Allah imandan ayırmasın. Dünyalarını da, ahiretlerini de kurtarsınlar.. Hep tertemiz kalsınlar...Amin.

14 Ocak 2011 Cuma

HAFİFLİYORUM

Farkındayım, bu aralar blogumu çok boşladım. Hastanedeki yoğunluğa gece uykusuzluğu da eklenince elim klavyeye değmedi. Benim tatlı oğluşum iyi olduğu gecelerde4-5 kez uyanıyor. Kötü olduğu geceleri varın siz düşünün. Aslında bu konuda suçlu benim, çok iyi biliyorum. Gece 10'da göz kapaklarım düşmeye başlayına oğlumu yanıma alıp memede uyutmaya alıştırdım. Oğluş bütün gün annesini görmüyor ya acısını gece çıkarıyor. Uyanıp birkaç dakika emiyor, tekrar uykuya dalıyor. Yanında beni bulamazsa, asla başka bir şekilde uyumuyor. Gece doğuma gittiğimde, uyanınca babasıyla kalkıp baby tv izliyorlar.Dönüşte arabamı park ederken bakıyorum salonun ışığı açık, anlıyorum ki ayaktalar. Aslında üstüne düşsem bir iki haftaya terbiye ederim diye düşünüyorum, ama kıyamıyorum. Yani ne kadar uykusuzluk zor gelse de galiba ben de memnunum oğluşumun mis kokusunu duya duya uyumaktan.

Bu aralar doğumdan kalan fazlalıklardan da kurtulmaya başladım .Süt veriyorum bahanesiyle diyet yapmıyordum doğumdan beri. Bir aydır ultrason kavitasyon tedavisine gidiyorum. Aslında böyle şeyler benim için çok yabancı. Şimdiye kadar pek zamanım da olmadı. Bizim eve yakın yeni bir klinik açıldı. "Bir gideyim konuşayım" dedeim. Temiz, nezih bir yer. Anlattıkları kafama da yattı. Haftada bir gidiyorum. Bir saat özel bir ultrason cihazı ile yağ dokusunu , lipoliz dediğimiz yağ parçalanması için uyarıyorlar.Ardından bir saat lenf akışı için galvanik akım veriyorlar. Üç gün yağsız diyet yapıyorum. Geri kalan günlerde günlük yaklaşık 400 cal kadar az tüketiyorum,poliklinikte ebelerimle su içme yarışı yapıyoruz. Bu sayede sütüm azalmadığı gibi uzun süreden sonra ilk kez tartıda 50li rakamları gördüm( 50li derken 59 u kastettim tabiki...) ve farkettim ki 4 kilo vermek bile insanı hafifletiyor. Hareketlerim daha seri , daha az yoruluyorum merdiven çıkarken. Sırtımdan 4 kiloluk çantayı bırakmış gibi..2 Kilo daha versem yeter. Ama şu da bir gerçek: artık yaş 35..Bundan sonra biraz ipin ucu kaçsa kolesterol yükseliyor, karaciğerde yağlanma başlıyor.. Yani artık hayat tarzımı ayarlamam lazım. Yani bir pazar sabahı bal kaymağı fazla kaçırmışsam, ya da keyifli bir sofrada yemek biraz ağır kaçmışsa takip eden 2-3 öğün dikkat edilecek. Bu süreçte destekleyici yazılarıyla "MevsimlerdenRoma'nın çok faydası oldu. İlgilenenlere tavsiye edrim.