16 Kasım 2011 Çarşamba

korku / endişe / farkındalık / coşku üzerine..




Hastam "korkuyorum, doktor hanım" diyordu.." Normal doğumdan da sezaryenden de korkuyorum". Doğumuna bir hafta kalmıştı, yüzüne bakınca ne kadar endişelendiğini anlamak zor değildi. Peki neden heyecanlanmıyordu? Yavrusuna kavuşmasına bir hafta kalmıştı. Bir hafta sonra Rabbimin bahşettiği en güzel duyguyu tadacak, doğum denen o muhteşem anı yaşayacaktı. Bu ömründe yaşayacağı en özel deneyimdi oysa...

Hayatımızda olayların sadece madde boyutuna yer var , yaşamın mana boyutu, taşıdığı anlam, çoşkusu hiç dikkate alınmıyor. Ergenlik çağına yaklaşırız, ağrılı adetler, sivilcelenen yüz, ruhsal sıkıntılar ile korkutuluruz. Kimse bize büyümenin, sorumlu olmanın insanı insan yapan şey olduğundan, insanı taştan ayıran şey olduğundan, gençliğin ne derin bir hazine olduğundan, sadece bu yaşlarda bütün dünyayı değiştirecek kadar güçlü hayallerin kurulduğundan ve yaşam ırmağımızın sadece bu zamanda bu kadar çoşkulu akacağından bahsetmez..

Evlenecek oluruz, ilk gece kabusları başlar. Doğuracak oluruz, Allah kurtarsınlar.. Yaşlanırız, menepoz derdi başlar..Olgunlaşmak, kemale ermek kimsenin umrunda değildir. Yaşanan her dönem ayrı bir dert, ayrı bir kabustur bizim yaşadığımız topraklarda..Sık sık duyarım hastalarımdan "Kadınlık mı dert, Erkeke olmak varmış zaten dünyada, kadınlık rezalet..." O yüzden menstürasyon dönemlerinde, ki kadın olmanın en doğal halidir, kirli kabul ederiz kendimizi, ya da hasta..

Oysa hayat akıp gidiyor işte.. Yaşamak için sadece bir fırsatımız var..Ve hayatın her dönemi ayrı güzelliklerle geliyor. Mesele bunu fark edebilmekte..

ölür ise ten ölür / canlar ölesi değil










"Dertli ne ağlayıp gezersin burda


Ağlatırsa mevlam yine güldürür


Nice dertli kondu göçtü burada


Ağlatırsa mevlam yine güldürür"




Tek kelimeyle çarpıldım. Uzun zamandır bir kitabı okurken hiç bitmesin istememiştim. Yunus Emre hazretlerinin duru Türkçesi ve insanın içine işleyen hüznü ile başka bir aleme dalıp gittim. İçime bir ışık vurdu. Çocukluğumuzdan deri kulaklarımıza çalınan, hepsi birbirinden güzel, birbirinden derin Yunus Emre ilahilerini mırıldandım. En çok da "ağlatırsa mevlam..." takıldı dilime..


Can parçam yavruma "Yunus" adını verdiğime şükrettim. Madde/mana dengesinin altüst olduğu şu alemde gönül insanı olsun, saf ve berrak olsun istedim Yunus gibi..Bizim Yunus gibi...